Seyfettin Karamızrak

Seyfettin Karamızrak

10 Mayıs 2024 Cuma

Seyfettin Karamızrak yazdı; Annelerimiz….

Seyfettin Karamızrak yazdı; Annelerimiz….
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir.”

Her kadın anne adayı olarak dünyaya gelir. Sosyal çevre, eğitim ve kalıtım bu kavramı estetikleştirerek, “nadide ve eşsiz”  hale getirir. Daha bir doyumsuz olur anne duygusu.

Anne olabilmenin “olmazsa olmazları” vardır. Bu duygu ve davranışlar sadece onlara özgüdür: “Merhamet, paylaşma, yaşama sevinci, olumlu davranışları kazandırma azmi ve isteği,   sınırsız ve koşulsuz sevgi, koruma kollama duygusu, şefkat, sahiplenme, inanılmaz bir bağlılık ve özveri, empati, değer verme, samimiyet, halden anlama, yardımlaşma, özenme, gıpta etme, gurur duyma, özlem, sorun çözme, rehabilite etme becerisi, vb.”

Aklımıza gelebilen en anlamlı ve değerli vasıfları sıralasak da, “anne” sözcüğünün içerdiği ve taşıdığı önemi  anlatmamız yetersizdir.

Çünkü bir anne, bunlardan çok daha fazla güzelliklere, bulunmaz eşsiz hazinelere maliktir. Annelik bunlardan da öte, erişilmesi, anlaşılması ve anlatılması çok zor, fakat en zevkli, nadide bir sanattır.

Anne, yüreğinde biriktirdiği bu güzelim hasletleri yaşatabilmek için, yaşamın kendisine ördüğü engelleri de aşmak zorundadır. Özellikle de ülkemizde kalıplaşmış yöresel kurallar, annenin işini ve yaşamını  daha da güçleştirmektedir.

Evi çekip çevirme, geçim sıkıntısı, eşiyle uyumlu ve sağlıklı bir yuva kurabilmenin mücadelesi, çocuklarını koruyup kollama rolünün ağırlığı, hayata hazırlama telaşı, kaynana, görümce çekişmeleri, komşuluk ilişkileri vb. sorunlar da annenin yüreğindeki onulmaz yaralardır.

Hani derle ya “yuvayı düşü kuş yapar”.  Anneler için bu söylem de az gelir. Aslında bir erkeği saygılı, itibarlı, ayaklarının üzerinde durabilen ve işinde başarılı kılan annedir.

Çoğu anne, eşinin Pazar harçlığı diye zoraki verdiği cüzi paradan gıdım gıdım biriktirerek, eşinin zor anında, paraya zorlandığında getirerek eline sıkıştırır.

Bir erkek başarısını kendinde sanarak sakın övünmesin. Bu başarının mimarı inanın ki hanımıdır.

Çoğu zaman babaların yapması gereken işler de anneye havale edilmektedir. Çocukların eğitimi, veli toplantıları, oyun oynamaları, ödevlerine, proje hazırlamalarına yardım, gözlem, kitap okuma vb. bunlara örnek verilebilir.

Babadan yeterince yardım alamayan anneler ise yalnız ve çaresizidir bu sorunlarla baş etmede. Yine de O, çocuğunu itinayla besler, üstünü başını giyeceklerini, yiyeceklerini eşyalarını özenle seçer yıkar ütüler. Zaman ayırarak ninniler söyler, masallar anlatır, kitap okur. Çocuğunun odasını toplar, temizler, gezdirir, isteklerini karşılar. Okula hazırlar, öpücüklerle uğurlarken de harçlığından mutfağından kestiği bir miktar parayı evladının cebine koymadan edemez.

Sorunlarını dinler, moral verir, teselli eder. Üzüntülerine, acılarına, can sıkıntılarına, tebessümle, tatlı söylemlerle, okşamalarla merhem olur, mutlu olmasını sağlar.

Çocuğunun arkadaşlarına kapısını, yüreğini açar, misafirperverlik yapar, değer verir, ikramlarla, jestlerle evladının mutlu  olmasını, gurur duymasını sağlar. Kendisi ile arkadaşları ile çevresi ile barışık içinde yaşamasına katkıda bulunur.

Bazı babaların vurdumduymazlığı karşısında, çocuğunun baba özlemini ve sevgisini telafi etmeye çalışır. Babaların hatalarına kırılan biricik evlatları, yine anneler teselli eder. Babaya karşı menfi duygular beslemesine mani olucu, yapıcı nasihatlerde bulunur.

“Baban aslında seni çok seviyor, fakat işi ağır, zaman bulamıyor.” “Sen babanın aldırmazlığına bakma, seni çok seviyor fakat belli etmiyor. “Hadi yakışıksız söylem ve tavırlarından ötürü babandan özür dile. Bu günlerde işi yoğun biraz, o yüzden sinirli.” Baban seni elbette ki anlıyor, zamanı olunca seninle bolca ilgilenecektir.” Türden konuşmaların mimarı yine annedir.

Annelerin bu yapıcı birleştirici ve sevilen tavırları olmasa, çoğu evde baba-evlat kavgalarının ve kırgınlıklarının sonu gelmeyecektir.

Belli yaşlarda babaya açılmayan konular, yine anneye iletilir. Bir gruba katılma, bir istek, karşı cinsle kurulan arkadaşlıklar. Hatta evlilikler önce anneye açılır. Babanın hoşuna gitmeyen taraflar, anne tarafından yumuşatılarak ikna sebepleri hazırlanır ve babaya götürülür. Evlat haksız da olsa annesi yanındadır. Savunur, ortamı yumuşatır, tarafları ikna eder.

Gurbete düşen evlatların ilk aradığı annedir. Özlenen, aranan, yüreğe kederi, özlemi düşen annedir. Yemekleri, gülümsemesi, ilgi ve iltifatı, “ooh…” çektiren bal tatlısı söylemleri evladın can simididir. İster ki konuşmalar hiç bitmesin. Bilinen fakat duyulması mutlu eden anılar tekrar tekrar paylaşılır. Zihinlere depolanır, gözlerde sevinç taneciklerine, gönüllerde huzur çiçeklerine dönüşür.

Çocuklar her yaşta, annenin gözünde çocukturlar. Üstünün örtülmesi, üşütmemesi, ihmal etmemesi gerekenler bir çırpıda anne tarafından sıralanır. Kaç yaşında olması hiç önemli değildir evladın. Hala minicik, narin, bazen yaramaz, ihtimam isteyen korunması gereken bir çocuktur o.

Onun için annelerin dudaklarından sessizce süzülen yumuşacık ve tatlı duaların huzuru özlenir. Kendi açtığı üstünün, annesi tarafından ihtimamla, özenle, şefkatle örtülmesini ister. Azıcık üşütmüş olduğu halde, durumunu abartarak annenin telaşlanması hali özlenir. Gülümsemesi, okşaması, sarılması, ninnileri özlenir.

Kötü ve çirkin anne yoktur. Bütün anneler evlatların gözünde nadide çiçek, miskler kokan manolya, pırlantaların aciz kaldığı en değerli hazinedirler. Onlar biricik, vazgeçilemez, uzak kalınamaz, müstesna kahramanlar, her sıkıntı ve gamı bir tebessümle bertaraf eden en seçkin psikologlardır.

Sevgili, vefakâr, fedakâr, biricik annelerimiz. Sizler tarlada ırgat, evde bakıcı temizlikçi ve aşçı, ihtiyaçların temininde ve eve taşınmasında tedarikçi, evin geçiminde, ekonomist, ailenin mutluluğunda terapist, kavgaların, huzursuzlukların çıkmamasında barış güvercini, babanın, evlatların işlerinde danışman, çocukların büyütülmesinde öğretmen, sosyal hayatın düzenlenmesinde profesyonel organizasyoncu, komşuların akrabaların kaynaşmasında  arabulucusunuz… Onun için başların tacı, gönüllerin ilacısınız. Kısacası hayata ve mutluluğa açılan kapının altın anahtarısınız…

Bu söylemler abartılı laflardan öte, gerçekleri anlatmakta yetersiz bile… Sizlere minnettarız… Hakkınız ödenemez, değerinize paha biçilemez…

Bütün bunlara rağmen, bazılarımız  zaman zaman sizleri üzmekte, hırpalamakta, nazik bedeninizi ve kıymetli duygularınızı incitmekte…

Bu yakışıksız davranışlardan medeni bir erkek olarak nefret etmekte ve utanç duymaktayız… Böylelerinin yerine sizlerden binlerce kez özür diliyorum. Hak ettiğiniz değerin verilmesini, eşsiz kıymetinizin takdir edilmesini yürekten temenni ediyorum…

Biricik, vefakâr, merhamet timsali, sevgi okyanusu, yüreklerimizde açan nadide çiçeklerimiz. Hayatımızın anlamları, ömrümüzün huzuru, hanelerimizin direği, baş taçlarımız.

Her gününüz huzurlu, sağlıklı ve mutlu geçsin… İyi ki varsınız… Bizler ne yapardık sizler olmasaydınız…

Sevgiyle kalın…

Seyfettin Karamızrak

Devamını Oku

Bayramın ardından

Bayramın ardından
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Eski bayramların özlenen tadını vermese de, bu yılki bayram yine de birçok mutluluğu birlikte yaşamamıza vesile oldu. Geçici olsa da çekirdek aileleri birleştirdi. Torun, dede, nine, akraba ve dostları bir araya getirdi. Özlemlerin hüznü, sevince dönüştü. Değerli duygular paylaşılarak huzurun tadına varıldı. Ramazan ayında topladığımız güzel hasletleri bir nebze birlikte paylaştık.

Hele yalnızlıktan bunalan yaşlılarla cıvıl cıvıl torunların kavuşması tadına doyulmaz bir durumdu. Az da olsa çocukların şeker toplaması, büyüklerin harçlık dağıtmaları da unutmaya yüz tutmuş mutluluk kırıntılarıydı doğrusu.

Bunlarla birlikte akrabaların, arkadaşların ve komşuların buluşması, yemeklerin topluca yenilmesi de ayrı bir huzur paylaşımıydı.

Bu arada birçok aile de, bayramı birlikte paylaşmanın yerine, tatil beldelerine gitmeyi tercih etti. Tatil tercihi, insanların çalışmaktan yorulmalarının karşılığı mıydı acaba? Yoksa  bayramların uhrevi havasından kopmanın  nedeni miydi?

Teknolojinin baş döndüren yenilikleri, insanlığa büyük kolaylıklar sunarken, bir yandan da sessiz ve derinden, bir o kadar da vahim götürüleri olmuştur: “Silah üretiminde artış, çevre kirliliği, gürültü, radyasyon, gıdalardaki hormonsal katkılar ve ilaç bağımlılığı vb. gibi.

Özellikle TV, cep telefonu ve internet bağımlılığı, insanları yalnızlaştırmaya başlamış, aile içi ve çevreyle olan iletişim büyük ölçüde azalmıştır. Bunlar, insanlık için kıymetli ve bir o kadar da anlamlı olan zamanı, insani değerleri, dostlukları, aile içi iletişimi açık şekilde çalmaya başlamıştır. Neticede insanlık hızla kalabalıklaştıkça yalnızlığa ve bencilliğe itilmektedir.

Teknolojinin bu yönü, “bilinçsizce” kullanılmaya devam edildiğinden; insanları kaynaştıran ortak paydaları yok ederek; “aile bağlarının, samimiyetin, paylaşmanın, ahde vefanın, sevginin” azalmasına da sebep olmaktadır.

İnsani değerlerin azalması neticesinde; “bencillik, hoşgörüsüzlük, aç gözlülük ve sevgisizlik yüreklerde yeşermeye başlamıştır.

Bu günkü savaşların, akan kanın, aç bırakılan insanların, mağdur ve yetim bırakılan çocukların çektiği ıstırabın sebebi budur.

Görüleceği gibi, teknolojinin içinden; “ahlaki değerleri, insanlık onur ve merhametini, sevgiyi” vb. çıkardığınızda, yaşam anında felakete dönüşmektedir.

Bütün bu gelişmeler insanı; refaha, huzura, saadete götürmesi gerekirken, zengin ve hâkim olma, yönetme uğruna, her türlü çirkinlikler ve merhametsizlikler yapılabilmektedir. Yaşam biçimimiz yozlaşarak, gelenekler, görenekler, ahlaki değerler vb. hızla ve üzücü şekilde yıpranmaktadır.

Bayramlar da bu gelişmelerden etkilenmiştir elbette ki. İçinde bulundurduğu kendine has; “yaşama sevinci veren, kaynaşmamızı sağlayan, beden ve ruh sağlığımızın sigortası olan ve toplum katmanlarını mutlu eden motifler” kaybolmaya yüz tutmuştur.

Hediyeleşmenin, yeni elbiselerle giyinmenin mutluluğu, el öperek harçlık almanın hazzı, komşularla paylaşmanın toleransı, çocukların kahkahaları, sevinçleri, cıvıl cıvıl yarışları sokaklarda yok artık.

Bayram namazlarının kalplerimize zerk ettiği manevi hazla, yakalanan uhrevi havanın, hemen akabinde topluca kabirlere taşınması, hastaların unutulmaması, yakınını kaybedenlerin topluca ziyaret edilmesi ne anlamlı, ne hoş uygulamalardı.

Çocukluğumda bayramlarda ev ev gezerdik. On iki yaşını doldurmayanlara çerez dağıtırlardı. En samimi kafadar arkadaşlar ve akraba olanlar bir gurup olurduk. Topladıklarımızın içinde neler yoktu ki; kuru üzüm, hurma, ceviz, fındık, fıstık, lokum, iğde, kuru dut, keçiboynuzu, akide şekeri vb.

Evlere bayramlaşmaya gitmek gerçekten de mutluluktu. Kapıda güler yüzlü bir teyze karşılar, bizi adam yerine koyar, hal hatırımızı sorar, cana yakın, cicili bicili giyinenlerimizin yanağını okşar ve bolca çerez ikram ederdi. Ne tadına doyulmaz huzur kırıntılarıydı bunlar.

İçimizde; kin, kırgınlık, stres, hüzün asla yoktu. Engin bir hoşgörünün yüreklerimize enjekte ettiği sevgi çiçekleri vardı göz bebeklerimizde.

Topladığımız harçlıklarla bayramlık servetimizi hesaplar, kendimize bahşedilen güven ve sevinçle sokağa fırlardık. Ne bitmez tükenmez lezzet paylaşımlarıydı bilemezsiniz. Büyükler de ev ev bayramlaşırdı. Tepsi içinde; kâğıtlı şeker, lokum, kolonya ve sigara ikram edilirdi.

Anlattıklarımda olağan üstü bir durum yok elbette. Fakat hafızamda o kadar değerli izleri var ki bu yaşantıların. Yeniden yaşayabilmek için neler vermezdim ki.

Bütün bunları bize anlamlı kılan; madden sahip olduklarımızın çokluğu değildi elbette. Zira çok da fazla bir şeylerimiz yoktu. Fakat gönül zenginliğimizi sağlayan; içtenlikler, sadelikler yalınlıklar, samimiyet, sevgi ve hoşgörü oldukça çoktu.

Yüreğimizde duruluk ve huzur, ahde vefa, kadir kıymet bilme, sevme ve sayma vardı. Kanaatkârlık, yaşama sevincimiz haddinden fazlaydı.

Bir takımdık adeta, komşularla, arkadaşlarla, akrabalarla. Birimizin derdi, hepimizindi. Hayattan çok şey beklemezdik. Uzak ve elde edilemeyecek hedeflerimiz yoktu. Sade, samimi  basit ve mutlu yaşardık. O yüzden endişeli değildik belki de.

Evlerimizde çok eşya yoktu. Yaşamımız gibi evlerimiz de sadeydi. Fakat sevgimiz sayesinde, hoş görülü ve huzurluyduk. Esas olan kalp kırmamak, üzmemekti, yardımlaşma ve dayanışmaydı.

Şimdiki bayramlarda maddi her imkân var elbette. Hiç bir şeyin özlemi çekilmemekte. Ancak, en pahalı malzemelerle pişirilen, fakat lezzet vermeyen yemekler gibi san ki. Kaybolan bir tat var. Katılan malzemeyle bulunamayacak bir tat.

İşte bayramlara lezzet veren de manevi paylaşımlardır. Engin sevgi, saygı, değer verme, hoşgörü, biz duygusu, yardımlaşma, komşuluk ilişkileri, aile bağları, merhamet, kanaatkarlık, tevekkül, kendisi ve başkaları ile barışık olabilme, empati, pozitif düşünme vb. değerler.

Bunlar, bayramlara ruhunu veren, kişiyi, aileyi ve dolayısı ile toplumu mutlu kılan argümanlardır. Hiç bir masrafı olmayan, paylaştıkça çoğalan böylesi hasletler, sadece, haset, kıskanç, bencil, öfkeli, nefret duyan kalplerde yeşermez. İnsanı insan yapan değerleri yaşayamazsak, her gün bayram ilan edilse de bir anlamı olmayacaktır.

Bayramlar önce yüreklerde olmalı. Geçmişin özlemleri ile yetineceğimize, gönülleri önce bayram kılmak lazım. O zaman o tat yeniden gelecektir eminim.

“Gönüller sevinçle dolsun, umutlаr gerçek olsun, аcılаr unutulsun, üzerimize mutluluklar yağsın” dileklerimle…

Sevgiyle kalın…

Seyfettin KARAMIZRAK

Devamını Oku

Seyfettin Karamızrak yazdı…Ramazan’ın güzellikleri

Seyfettin Karamızrak yazdı…Ramazan’ın güzellikleri
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

“Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.” [Hakim]

İslam Dininin beş şartından biri de, mübarek Ramazan ayında, her gün oruç tutmaktır. Oruç, hicretten 18 ay sonra, Şaban ayının onuncu günü, Bedir gazasından bir ay evvel farz oldu.
Ramazan, “yanmak” demektir. Bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar yok olur. Bu ayda, Allah için az bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka aylarda yetmiş farz yapmak gibidir.
Ramazan, sabır ayıdır. Sabredenin gideceği yer cennettir. Bu ay, güzel huylu olmak, sabretmek, iyi geçinmek, iyilik yapmak, insan olma hasletlerimizin eksiklerini tamamlama ayıdır.
Kimseyi; “kırmamalı, üzmemeli, rencide olabileceği kaba söz, gıybet, alaya alma, küçük görme, öteleme” vb. kötü kelam ve davranışlardan kaçınmalıdır. Hayvanlara da eziyet etmemeli, onları korumalı, sevgiyle davranarak korumalı, yedirip doyurmalıdır. Çevreyi korumalı temiz tutmalıdır.
Kendisine kötülük edenlerden, kırıcı söz söyleyenlerden, münakaşa etmek isteyenlerden, “ben oruçluyum” diyerek uzak durmalı kesinlikle kalp kırmamalıdır.
Anneye, babaya, komşulara, düşkünlere, çocuklara, yaşlılara, neticede herkese özenle davranmalı, kalplerini kazanmaya çalışmalıdır.
İyilik yapanların bile zamanla pişman olarak, “keşke daha fazlasını yapsaydım” dediği bir dünyada, kötülük yapanlar iyi düşünmelidir. Çünkü kötülüğün pişmanlığı daha acı, telafisi de imkânsızdır. Vefasız bir dünyada bırakabileceğimiz bir hoş sedadan başka neyimiz var ki.
Oruç tutmak, sadece belli bir süre midemizin aç susuz kalması değildir. Ya da en leziz yemeklerle nefisimizi doyurup, sahura kadar eğlenip, öğleye kadar uyuyarak günü doldurmak hiç değildir.
Orucun, “sabır, şükür, nefis terbiyesi” vb. diğer ibadetlerle irtibatı vardır. Hadis-i şerifte, “Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetlerin kapısıysa oruçtur” buyuruldu.
Ramazanın her gecesi, gündüzü, her anı, “bedeni yormadan, sıkıntıya sokmadan” kalp ve zihnimizle birlikte; ibadetle, iyilik yapmakla, gönül almakla, sevindirmekle, huzurla, aşkla ve sevgi ile huşu içinde değerlendirilmelidir.
Bütün azalarımız, düşüncelerimiz, gönlümüz kötülüklere kapatılarak, güzel, tatlı, kendimize ve insanlığa yararlı iyi iş ve söylemlerle, ibadetle meşgul olmalıdır. Tüm insanlara karşı güler yüzlü, tatlı sözlü, mütevazı, nazik, yüreği sevgi ve merhametle donatılmış, duygulu, hoşgörülü, yardımsever vb. olmalıdır.
Anne baba, dede nine vb. akrabalar, hısımlar ve dostlar unutulmamalı, ihmal edilmemelidir. Uzaktaysalar hal ve hatırları sorulmalı, yakındaysalar davet edilerek gönülleri alınmalıdır. Komşular ihmal edilmemeli, durumları, hatırları sorularak, gönülleri hoş tutulmalı, gerekli yardımda bulunulmalıdır.
Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları af olur. Bir hurma ile iftar verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de, bu sevap verilecektir.
Niyetimiz Mevla’nın rızası için, samimi, sade ve mütevazı iftarlar verebilmek olmalıdır. İftarın zenginliği, aşırı külfete sebep olmamalıdır. Nefsi okşayan şaşaalı, gösterişe kayan, israfı körükleyen türden olması da uygun değildir.
Bu ayın,” ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden azat olmaktır.”
Ramazan-ı şerifte, edeple, saygıyla, huşuyla, buruk ve kırık bir kalple, Kur’an-ı kerim okunmalı, geceler; zikir, istiğfar, münacat ve tefekkürle yad edilmelidir. Böylelikle bedenler latif, geceler huzurlu, gündüzler bereketli, duygular deruni, zaman kıymetli, ömür mesut geçer. İnsanlar nasıl yaşarlarsa öyle ölürler. Böyle latif ve nadide dünya hayatı olanın, ahireti de mamur demektir.
Ramazan, bol sevap kazanmak için bir fırsat, af edilmek için büyük bir ganimettir. Bu ayda, emri altında olanların çalışmalarını hafifletenleri, Allah-ü Teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır.
Ramazan-ı şerif, sadece, bu ümmete mahsustur. Hazret-i Ali, “Eğer Allah-ü Teâlâ, bu ümmeti affetmek dilemeseydi, böyle bir takdiri olmasaydı, Ramazan-ı şerif ayını Müslümanlara ihsan etmezdi” buyuruyor.
Kur’an-ı kerim, bu ayda indi. Affın, ihsanın, bereketin, iyiliklerin, güzelliklerin, manevi atmosferin yağmurlar gibi yüreklere aktığı, eşsiz müjdelerin dolu olduğu bir aydır. Bir günü, bin güne bedeldir. Farzlara yetmiş kat sevap verilir. Nafilelere farz gibi sevap verilir. Hele içinde bir de, “bin aya bedel olan Kadir gecesi” vardır ki, nimet üstüne nimettir.
Oruçluya Allah-ü Teâlâ’nın ihsanı boldur. Hazineler elinde iken, niçin aç durduğu Yusuf aleyhiselama sorulunca, “Tok olunca açları unutmaktan korkuyorum” buyurmuştur. Atalarımız da, “Tok, açın hâlinden bilmez” demişlerdir.
Dünyada misafir olan ey ahiret yolcusu, uyanmak ve dönüşü olmayan yolculuğa azık toplama zamanıdır. Doğmak ölümün habercisidir. Her fani ölümü tadacaktır. Geçen sene oruç tutan niceleri şimdi aramızda yoklar. Kimilerimiz de bundan sonraki ramazanda olmayacaktır. Öyleyse bu ramazan bir fırsat, bizlere hediye edilmiş büyük bir ihsandır. Bu nimetten yararlanmasını bilelim. Gönlümüze hikmet pınarlarını, merhamet duygularını, sevgi ve dayanışma aşkını akıtalım.
Allah-ü Teâlâ, bu mübarek ayda O’nun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, “maddi manevi sağlığı, huzuru ve mutluluğu” hepimize nasip eylesin! Âmin.

Sevgiyle kalın…

Seyfettin KARAMIZRAK

Devamını Oku

ÇANAKKALE DESTANI

ÇANAKKALE DESTANI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Tarihe damgasını vuran bazı olaylar hüzünlüdür, acıları  depreştirir. Fakat Çanakkale, öyle kutlu ve anlamlı ki, hüznü gurur vermekte, gözyaşı bağırları kabartmakta ve kederi gönüllerde yanık türkülere beste olmaktadır.

Andıkça onurlandıran ve gururlandıran böylesine eşsiz bir destanı, nesillere yeni baştan “bütün bilinmezlerini ortaya çıkararak” tanıtmak elzemdir.

Çanakkale, modern çağın buhranlarına umut olabilecek, yeni bir nefes, insanlık düşmanlarına insan olduklarını hatırlatan bir ders, geçmişten geleceğe kutlu bir köprüdür.

Bu yüzden, yediden yetmişe her kesimin savaşın geçtiği yerleri gezip görmesi, gerçekleri öğrenmesi, yorumlaması, özümsemesi, dersler çıkarması ve ibret alması elzemdir.

Ülkeler, kitlelere ilham versin, yol göstersin, örnek teşkil etsin diye, devasa paralar, büyük emek ve onca zaman harcayarak; etkileyici filmler, eşsiz projeler, ya da kusursuz anıtlar ortaya koymak isterler.

Çanakkale öylesine devasa bir filmdir ki, aynısının değil, benzerinin bile tekrarlanması, her bakımdan asla mümkün değildir. Sahnelerinde dublör kullanılmamış, bilgisayar oyunlarıyla aldatıcı efektler yapılmamıştır. Yapay görünüşler, sahte gülümsemeler, teknolojik gözyaşları akıtılmamıştır.

Sahnesi misk kokulu vatan toprakları, başrollerde yer alan kahraman Mehmetçik’tir. Her bölümü, prova edilmeden, tekrarı olmadan, kanla ve canla icra edilen gerçek bir destandır.

Akan, bir milletin asil  kanı, zulmü boğan ise masumiyetin, haklılığın cesaretin, mertliğin ve vatan sevgisinin gücüdür…  250 bin gencecik, hayatının baharında ana kuzusu, ıstırap, çile, dağlanan yürekler, bağrı yanık analar, gözyaşı ve sönen ocaklardır…  O yüzden bu filmin bütçesini hesaplamak asla mümkün değildir. Değerine ise asla paha biçilemez.

Bu filmi vahşet üzerine kurgulayanlar, Mehmetçiği hesaba katmadıkları için, icra ederken spontane olarak gelişen olaylar karşısında hayal kırıklığına uğramışlardır. Çünkü Mehmetçik akla hayale gelmeyen bambaşka bir senaryoyu sahneye koymuştur.

Fitne, fesat, kalleşlik, kin, nefret gibi çirkin duygularla hazırlanan bu proje; mertliğin, cesaretin merhametin, hoşgörünün ve vatan sevgisinin yer aldığı ibretlik bir destana dönüşmüştür.

Mehmetçik, bu zulme, canavarlığa ve her türlü çirkinliğe, güzel hasletlerini katarak ibretlik ve imrenilen bir boyut getirmiştir. O yüzden Çanakkale savaşları, şanlı ve eşsiz bir destandır. Bu destanın içinde hayali devler değil, bunlardan daha vahşi, daha gaddar, daha acımasız, canavarlaşmış düşmanlar rol almış, her türlü çirkin ve rezilliklerle bir milleti yok etmeye çalışmıştır.

Buna karşılık Mehmetçik, aklın almadığı, gücün yetmediği taş kalplerin anlayamadığı ibretlik ve gurur verici sahneleri icra etmiştir. Yerinden kaldırılamayan gülleler sırtlanmış, inanamayan akılların şaşkınca bakan gözleri önünde, en muhteşem, fakat insanlık katili zırhlılar denizin dibine gönderilmiştir.

Sayı, teçhizat ve teknoloji bakımından, kendisinden çok üstün,  hiç de adil olmayan bir güce karşı, akla hayale gelmeyen cesaret ve gayret gösterilerek, dünyaya savaş ve insanlık dersi verilmiştir. O yüzden, öylesine kutlu ve öylesine eşsizdir.

Mehmetçik bire karşı on kat düşmana eyvallah etmemiş, rakipleri her türlü konforla, modern silahlarla donanımlı iken, O giysisine taşlardan düğme yapmış, yırtık ve söküğünü kendi dikmiş, peksimetini yanındakiyle paylaşmıştır.

Yeri gelmiş, feryatlarına dayanamadığı acımasız düşmanını, şefkatle sırtlayarak cephe gerisine taşımış. Dünyaya insanlık dersi vermiştir. Buna rağmen kurtardığı düşmanı tarafından kalleşçe arkadan vurularak şehit edilmiştir.

Utanmadan, sıkılmadan yedi düvel bir araya gelerek, her türlü barbarlıklarını icra etmek adına, inceden inceye plan yaparak topraklarımıza saldıran bu arsızlar, sonra da pişkince bu savaşın sonuçlarından bizi sorumlu tutmaya çalışmıştır.

Üniversitede bir hocamız anlatmıştı: İngiltere’de mastır yaparken tanışma seremonisinde Türk olduğunu söylemiş. O anda bir profesör ayağa fırlayarak kör gözünü gösterip, “bak Çanakkale’de gözümü ne hale getirdiniz” diye arsızca serzenişte bulunmuştur. Bizim hoca da doğal bir refleksle, “Çanakkale’de ne işiniz vardı” diyerek, bu arsızı şoke etmiş. Beklemediği bu cevabı alan profesör susup kalmış.

Diyeceğim o ki; Çanakkale bir ibret tablosu, istifade edilmesi gereken eşsiz bir eser,  onlarca ders çıkartılacak, eşi, benzeri olmayan bir kaynaktır. Destanın yaşandığı o günkü ortam, nesillere hissettirilmeli, empati yapmaları sağlanmalıdır.

Bu savaşların, kimlerle, niçin, hangi koşullar altında, nasıl bir duyguyla yapıldığı, bilimin ve teknolojinin tüm imkânları kullanılarak öğretmekten öte, yaşatılmalı, beyinlere, ruhlara ve hücrelere işlenmelidir.

Vatan, bayrak, millet kavramı, kutsal değerlerin neler olduğu, uğruna nelerin feda edilebileceği hissettirilmelidir. Savaşlarda askerlerimizin gösterdiği olağan üstü kahramanlıkların yanında, düşmana gösterilen merhamet, mertlik, insanlık dersleri de anlatılmalıdır.

“Bir gül bahçesine girer gibi…” canların nasıl verildiği, Ağır yaralı olduğu için dağıtılan ekmeği, sağlara kalsın diye almayıp, “ölmeden mezara koydular beni…”, “on beşliler gidiyor…” vb. gibi hüzünlü türkülerle yürekleri dağlayan bu civanların hayatları, yeni baştan anlatılmalıdır.

Vatan aşkı, fedakârlık, sabır, ahde vefa, dayanışma, cesaret,  şükür, paylaşma, hoşgörü vb. kavramların nasıl yaşandığını, hangi şartlarda gerçekleştirildiğini yeni nesiller görmeli, ibret ve örnek almalıdır.

Bu duygularla Çanakkale destanını yazan şehit ve gazilerimizi minnetle anıyorum. Şehitlerimize rahmetler diliyorum. Ruhları şad olsun…

Hayatta olan gazilerimize saygılarımı, dualarımı göndererek ellerinden öpüyor,  sağlıklı, hayırlı ömürler, diliyorum.

 

Sevgiyle kalın…

Seyfettin Karamızrak

 

Devamını Oku

KADINLAR GÜNÜNE DAİR

KADINLAR GÜNÜNE DAİR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

    İki yüzlü Batı, kadını ve kadın haklarını her zaman yalanına ve zulmüne perde yapmıştır. Gerçekten kadına değer verseydi Filistin de hunharca katledilen kadınları korurdu.

  Batı, kadını, kadın haklarını istismar ededursun, biz kendi kültürümüzden kadının değerini vurgulayan nakiller yapalım.
Bizim kültürümüzde “kadın”,“katun”, “merkezde duran sultan” anlamındadır.

   Kadın denilince; cefakârlık, fedakârlık,vefanın aslı, sınırsız özveri, sevginin menbaı,hoşgörünün duruluğu,bacı,abla ve hakiki analık akla gelir.

     Kadın candır. Yuvayı sevgisi ile ilmik ilmik yapandır. Nadide, misk kokulu çiçeklerin suyu, biricik evlatlarının rol modeli, huyudur.       Çocuklarının, eşinin ardından arkalarını ihtimamla toplayan, koruyup kollayan, komşusuna sıcacık çorba, sevdiklerine yüreğiyle sevgiler, sağlıklar, güzel günler yollayandır.

      Eşinin yarısı olmaktan öte; başarısını, işini, azmini, neşesini huzurunu tamamlayandır. Hırpalanan ilişkileri, akrabalar arasındaki gerginlikleri, ihmalleri, komşuların ahenkli uyumunu ihtimamla düzenleyendir..
     Hataları, küskünlükleri, kıskançlıkları, kopan sağlıklı ilişkileri sevgi ipliğiyle birbirine bağlayandır.

      Yaptığı güzelliklerle, iyiliklerle övünmeyen gizleyen, çektiği hüzün ve kederleri tebessümle perdeleyen meçhul bir kahraman, sıcacık bir umut, hayatın anlamı, bir ömrün uyumlu mimarıdır.

      Acılı günlerin sabır taşı, aç kalmış karınların şifalı aşı, derdi olanların samimi gözyaşıdır. Hüznü olanların sığındığı şifa limanıdır.
     Telaşlı anlarda paniklemeyen, sükûnetle moral olan, dik duran yıkılmayan, azimle gayretle yüreği mertlikle dolandır.

     Bir orkestra şefi gibi aileyi yönetendir. Krizleri çözen, kırıp dökmeleri ihtimamla derleyip, yeniden sağlayandır.

       O, işe giden aile çalışanlarının çorap ve giysilerini arkalarından toplamakla yetinmez. Kırılan potları, densiz sözleri, sevgiden yoksun sıradan sözleri, rencide eden gafları da bir bir güzelleştirir estetik hale getirir.

    Gafları değerli lafa, hüzünlü gönülleri mutluluğa çevirir.
   Haksızlığa uğrayan çocukları, babayı rencide etmeden kurtaran O’dur. “Sen’de haklısın der” herkese, mağduru ezdirmez kimseye. Baba da O’na sığınır zor anlarında, evlatta. Hatta akraba, hısım komşular da.

Gördüğünüzde bir nefes alımı kahve içerken rahata. O ailesinin iyiliğini düşünür hep, olsa da istirahatte.

  Ömrünü ailesi ve sevdikleri için koşulsuz veren, en acılı günlerde tek başına göğsünü geren, gamlardan, hicranlardan mutluluk çiçekleri derendir.
   O, bir psikolog, hakem, hâkim ve hekimdir. Çaresizliklerin dermanı, zor günlerde kendini riske atandır. Belki de dönmeyeceğini bilerek gerektiğinde takılarını eşine tebessümle uzatandır.
  Oysa O’da bir candır. Hatırlanmak değer görmek ister. Fakat söylemez, dillendirmez, beklemez. Can parçalarının mutluluğu için, acıları ile birlikte kalbine gömer. Ailesi için kendisini heder eder.

  Doyunca tarayamadığı saçlarında çilenin yıldızları gezer, alnında da sabrın çizikleri. Yaşlanmadan göçer, yaşlandığında da “can” dedikleri O’ndan vaz geçer.

    On kişiyi 65 metrekare eve sığdırmasını bilen o müstesna yürek, gün gelir evlatlarının kocaman evlerine sığamaz olur bazen. Yine de onların mutluluğu için yutkunur, umutlarını erteler, zoraki gülümser.

   Kadınlarımız, umut ışığı canlarımız. Hakkınız ödenmez, yeriniz dolmaz. Her ihmalimize rağmen yine de sevginiz yüreklerimizde hep tazedir, solmaz.
Değerlerimiz, canparelerimiz, hep tamamlayanımızsınız. Siz olmazsanız hayatın tadı da olmaz. Bir gün değil, her gününüz, huzurlu ve mutlu olsun…

Sevgiyle kalın
Seyfettin Karamızrak

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.