Seyfettin Karamızrak

Seyfettin Karamızrak

31 Temmuz 2024 Çarşamba

İnsan olma sanatı

İnsan olma sanatı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.” Mevlana

İnsan, varlıklar arasında eğitime ve öğretime en çok muhtaç olanıdır. Oysa hayvanlar, içgüdüleriyle doğduklarından, kısa sürede çevreye uyum sağlarlar. Yaşamlarını sürdürebilmek için eğitime ihtiyaçları yoktur.

Fakat yeni doğan çocuk, aciz bakıma ve korunmaya muhtaçtır. Kendi başına hayatını sürdürmesi, çevreye intibak etmesi imkânsızdır. Uzun süre, hatta hayat boyu bakıma, yardıma ve eğitilmeye muhtaçtır.

İnsanın bu muhtaçlığı ve eğitilmeye temayüllü olması, bilgi, beceri ve tutumlarla donanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu eksende eğitim; “gerekli davranışları istendik biçimde oluşturma, geliştirme ve uygulamalar için yapılan kasıtlı ve planlı öğrenme faaliyetleridir.”

Eğitim, “bireyleri bir yandan topluma rahat ve mutlu şekilde uyacak davranışlar kazandırmaya, bir yandan da yarınların toplumuna hazır esneklikte düşünme gücü ve becerisine sahip davranışlar kazandırmaya yarayan planlı ve kasıtlı öğretim faaliyetlerinin tümünü içeren bir süreçtir”.

Bireyin, insan özelliğine ve onuruna yakışır davranışlar kazanması, kendisini değerli, güçlü ve sevilen biri olarak görmesi, olumlu duyguların etkili olduğu ortamlarda bilgi ve sevgi ile donatılması ile mümkündür.

Eğitim, “çocukların benlik algılarını sağlıklı kılmayı ve kendileriyle barışık olmalarını amaçlamaktadır.” Böylelikle, çocukların doğuştan getirdikleri saflık, temizlik duyguları korunmaya çalışılmaktadır.

Dünyaya biyolojik anlamda insan olarak gelmekle insan olunmuyor. Bireylerin, anne karnında teşekkül etmesinden itibaren beden ve ruh sağlığının korunması gerekmektedir.Böyle olduğu takdirde saldırgan eğilimlerden, olumsuz duygu düşünce ve davranışlardan kurtularak insanlaşmaları mümkündür.

Çocuklarımızın sevgi ortamlarında, bilimsel bilgi ile donanmaları, kendilerini gerçekleştirmenin anahtarı, insanlaşmalarının ön koşuludur. Bunu sağlayacak olan yetişkinlerin de, bu anlayışta kendilerini yenilemeleri ve yetiştirmeleri bir zorunluluktur.

İnsanların büyük çoğunluğu sahip olduğu; “mal, şöhret, makam ya da zenginliklerle övünür. Bunlara sahip olmakla “insan” olduklarını sanırlar. Oysa sahip olunanlar her zaman insan olma anlamında o kişiye bir şey vermez. İnsan olmayana da kötülük yaptırır.

     Bu vicdan yoksunlarına bakarak Dostoyevski insanı; “iki ayaklı nankör” olarak tanımlamıştır. Schopenhauer (Alman filozof, yazar); “İnsanları tanıdığımdan beri, hayvanları daha çok sevmeye başladım.” diyor. Mark Twain (Amerikalı yazar) ise; “Bütün canlılar arasında bilinçli şekilde kötülük yapma becerisine sahip olan tek canlı, insandır.” Demektedir.

    Tabi ki yazarları, düşünürleri bu yargılara götüren, yine insan suretinde ama insanlaşamamış kişilerdir.

      Bu yüzden Mevlana: “İnsanı öğrendim. Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük olduğunu öğrendim.” Diyor.

    Şairler, yazarlar, sanatla uğraşanlar, düşünürler, filozoflar, bilim insanları aynı deryanın gezginleridir. Her biri kendi alanında, kendi içindeki “eşref-i mahlûkat” denilen insanı ararlar. Böylesi insanlar, insanlaşma yolunun yolcularıdır.  İnsanlaşma yolu uzun ve meşakkatli bir yoldur. Yürümesi zor, sonu ferahlık ve huzurdur.

İşte insanlaşma yoluna girenlerin sayesinde dünya yaşanmaya değer hale gelebilmektedir.  İnsanlaşma yolunda mesafe kat edenler, aldıkları makam ve mertebeden öte,insanlık mertebesine kavuşurlar. Zaten insan olanların, olabilenlerin hiç bir mertebeye, hiç bir sıfata da ihtiyaçları yoktur.

Unutmayalım ki medeni insanlar da öfkelenebilir ancak haksızlıklar karşısında, asla seviyelerini düşürmez, insan olmanın gerektirdiği değerlerden ödün vermezler. Hak aramanın, kendini savunmanın duyarlılığı, asla insan olmamızı unutturmamalıdır.

İnsanlık özümüz geri plana itildiğinde, sevgi, saygı, adalet duygusu, hakkaniyet, gerçek vicdan vb. nadide duygu ve davranışlarımız kaybolmaktadır.

Bu yüzden gerçek insan olabilmemiz için; egolarımızdan sıyrılmalı, kıskanmamalı, kin ve nefretten uzak durmalı, yüreğimizde sevgi ve saygıya yer vermeli,kendimizle ve insanlarla barışık olma, ben duygusundan sıyrılarak, biz duygusunu yüreğinde hissetmeli, kin, nefret, düşmanlık, kıskançlık, öteleme vb. gibi kötü huyların tutsağı olmamalı, “para, ün, mevki için her yol mubahtır” duygusunu kalbimize yerleştirmemeliyiz.

Özü sözü bir olmalı, güvenilir, saygın mütevazı, güler yüzlü olmalı, insanlara, doğaya, tüm canlılara zarar vermemeli, sorunlara duyarlı olmalı, bana ne” duygusutaşımamalı, kibirden, böbürlenmekten, yalandan uzak durmalıyız.

Sabırlı, hoşgörülü, şefkatli, adil, nezaketli, cömert, vefalı, adaletli, onurlu vb. güzel hasletlerle donanımlı olmalıyız.

İşte böylelerine; “erdemli insan”, “akil insan”, “insani kamil”, “güzel insan”, “adam gibi adam” ya da “gönül insanı” denir. Topluma rol model olan böylesi kişilerde, insanlık adına güzel olan her özellik mevcuttur.

Artık yüce-gönüllülükten başlayarak, tüm insani erdemler için gayret göstermenin zamanı gelmedi mi?

İyi bir insan olmanın, toplumda olumlu bir etki bırakmanın, etrafımızdaki dünyayı daha iyi bir yer yapmanın fırsatına sahibiz. Küçük adımlar, büyük değişimlerin başlangıcıdır.Bu olumlu tutumumuz, kendimizin ve başkalarının hayatına olumlu katkılar yaparak sosyal uyumu arttırır ve toplumsal huzura katkı sağlar.

İyi insanlar, başkalarının ihtiyaçlarını fark ederler, yardımcı olurlar. Böylece toplumda dayanışmayı ve yardımlaşmayı arttırırlar. Çevrelerindeki insanlar için olumlu rol modellerdir.

Kendi değerlerimize ve evrensel etik değerlere uygun hareket etmek, kişisel huzuru vetoplumsal mutluluğu artırır. İyi bir insan olmak, sadece çevremizdeki insanlar için değil, bireysel yaşamımız için de büyük faydalar sağlayan önemli bir özelliktir.

Edison, Pasteur, Galile, Graham Bell vb. insanlığa ömürlerini adadılar. Bizler de hiç olmazsa olumlu anlayış ve tavırlarımızla insanların işlerini kolaylaştırarak, mutluluklarına bir nebze katkıda bulunabiliriz.

Unutmayalım ki insanlar medeni doğmuyor. İnsani değerlere sahip olunmadıkça da medeni olunmuyor. Yaradılışın mükemmelliğine, yaşamın güzelliğine, varlıkların ahenk içerisinde hayatlarını sürdürdüklerine tanık oldukça;  hayata, doğaya, diğer canlılara ve insana karşı sorumluluğumuz artmaktadır.

İnsan olmanın bilinciyle yaşayabilirsek, evrenin uyumlu ve yararlı bir parçası haline gelebilir, ardımızda bir hoş seda bırakabiliriz.

Unutmayalım, insanların değerlisi, insanlara hizmet eden ve insanlığa katkıda bulunanlardır.

Sevgiyle kalın…

Devamını Oku

Seyfettin Karamızrak yazdı…HOŞGÖRÜ -1

Seyfettin Karamızrak yazdı…HOŞGÖRÜ -1
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Hoşgörü insanlığın bir parçasıdır. Hepimizin hataları ve eksikleri var; gelin karşılıklı olarak birbirimizin hata ve eksiklerini bağışlayalım, çünkü hoşgörü doğanın ilk yasasıdır.” (Voltaire)

Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın. “Mevlâna”

Uluslararası kaynaklarda “tolerance” kelimesi olarak kullanılan “hoşgörü” kavramı, genel tanımı ile karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış temeline dayanan işlevsel bir iletişim sürecidir.

Hoşgörü” kavramı sözlüklerimizde; her şeyi anlayışla karşılama, olabildiği kadar hoş görme durumu olarak tanımlanarak, müsamaha ve tolerans sözcükleri ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.

Kişinin kendinden farklı düşünen inanç ve davranışlarda bulunan kişilere karşı saygılı, sevecen ve katlanılır olması hali, hoşgörüdür. Görmezden gelme, müsamaha, göz yumma, aldırış etmeme gibi kelimeler de aynı anlamda kullanılmaktadır.

Hoşgörü, “müsamaha, tahammül, katlanma, görmezden gelme veya göz yumma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma” demektir.

Hoşgörü sözcüğü genel olarak; “anlayış, saygı, mazur görme, medeni olma, kabul etme, rahatsız olmama, farklılıklara ve farklı görüşlere sınır koymama, farklılıklara olumsuz tepki göstermeme ve karşıt fikirlerin karşılıklı anlayış içerisinde tartışılması” gibi çok geniş bir yelpazeyi içerir.

Hoşgörü, bireylerin farklılıklarıyla bir arada yaşayabilmesi için sahip olunması gereken temel değerlerden biridir. Kişinin benimsemediği bir düşünce ve davranışı anlayışla karşılayarak ona hoş bakabilmesidir. İnsanların birbirlerinin farklılıklarını, hatalarını hoşgörüyle karşılaması, birbirlerine anlayışla yaklaşmasıdır. Farklılıkların bilincine varılması, değişik düşünce ve kimliklere anlayışla bakılabilmesidir.

Hoşgörü, görmezlikten gelme değil, anlayışla karşılamadır. Doğruluk değerini dikkate almaksızın farklı inanç ve düşüncelerin de bulunabileceğini kabul etme duygusudur. Bireysel alanda bir tavır olarak ortaya çıkan, barışa ve huzura katkı sağlamasından dolayı da toplumsal yönü olan önemli bir değerdir.

Hoşgörü, benimsenip hoşlanılmasa da evrensel insan hakları çerçevesinde insanın insan olarak doğuştan getirmiş olduğu haklarının kabul edilmesi ya da bunların yerine getirilmesine karşı konulmamasıdır. Karşımızdakini istediğimiz gibi olmaya zorlamak değil, ona istediği gibi olma imkânı sağlamaktır.

Hoşgörü, sağlıklı insan davranışıdır, sağlıklı insan hayatının, özüdür. Beşeri münasebetlerin temelidir. Hoşgörü kavramında ‘kabul’ tavrının ağır basması ‘tahammül ve katlanma’ unsurlarının oluşmasını engeller. Bu yönüyle de hoşgörü, içinde geçen ‘hoş’ kelimesinin yansımalarını taşımaktadır. Hoşgörüde; rahatsız olma, katlanma ve tahammül benzeri olumsuz duygulara yer olamaz.

Toplumdaki bireysel farklılıkların çatışmaya dönüşmemesi için farklılıklara hoşgörüyle yaklaşılması gerekmektedir. Bu sebeple kişiler arası ilişkilerde huzurun sağlanması açısından, toplumda evrensel bir değer olan hoşgörünün yaygınlaştırılması elzemdir. Çeşitlilik, insanın olduğu gibi toplumların zenginliğine ve gelişmelerine de yol açar.

Modern toplumlarda eğitim sisteminin, çocukların bilgisayar gibi bilgiyi depolayan bireyler olarak yetiştirilmesi değil, aksine kişilikleri gelişmiş topluma faydalı olan, hoşgörülü, farklılıklara saygılı vatandaşlar olarak yetişmelerine katkı sağlamak amaçlanmaktadır.

Kimseyi dilinden, sosyal sınıfından, inancından, kültüründen, yaşam biçiminden dolayı hor görmemeliyiz. Herkese değer verdiğimiz ve saygı gösterdiğimiz oranda dünya güzelleşir ve yaşam anlam kazanır. Dünya hoşgörülü insanlar sayesinde bize hizmet etmektedir.

Evde, trafikte, sokakta, okulda, işyerinde, kısaca insanın olduğu her yerde eğer hoşgörü yoksa orada bencillik, anlaşmazlık, güvensizlik, tartışma, kavga olumsuzluk adına her şeyi görebilmek mümkündür.

Toplumda hoşgörüye dönüşün, hoşgörüyü davranışa dönüştürmenin yolu, hoşgörünün yayılması, insanın sevgiyi yaşamasına, kendisine saygı duymasına, kendisi ile barışık olmasına bağlıdır.

Düşünün, acaba bizler en son ne zaman aynaya bakıp, kendimize gülümsedik? Bu sabah kaç kişiye merhaba, günaydın ya da hayırlı sabahlar dedik? Yoksa her gördüğümüz, tanıdığımız kişi için olumsuz mu düşündük? Ayıbını mı aradık?

Bu sabah trafikte içimizden kaç kişiye kızdık? Kaç defa yardıma ihtiyacı olan insanları gördüğümüzde başımızı çevirdik? Kaç insanı yeterince dinlemediğimiz için kırdık? Duvarı çizen, yere süt döken, bardağı kıran, altını ıslatan, korkudan kendi yatağında uyuyamayan kaç çocuğu azarladık? Yönetici isek, idaremizdeki kaç insanı yeterince dinlemediğimiz için kırdık? Biz sadece kendimizi mi düşünüyoruz yoksa yeterince empati kuramayıp hoşgörülü olmamamızdan kaynaklanan bir problem mi bu?

Hoşgörü bir vurdumduymazlık değildir. Hoşgörü görmezlikten gelmek hiç değildir. Hoşgörü kendini bilmektir, sınırları bilmektir. Sınırları bilerek sürdürülen hayat biçimidir. Hoşgörü bir anlayıştır, anlayışlı olmanın adıdır, sevginin yoludur. Hataları düzeltebilmedir.

Değer vermektir, kusurları görmemektir, uyumlu olmaktır. Tahammül etmektir, lakap takmamaktır, affedici olmaktır.  Alay etmemektir, ayıpları kapatmaktır, anlayışlı olmaktır.

Hoşgörü, çağın getirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluğun, sevgi yoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzıdır, insanın özüdür.

Hoşgörülü olmak büyük bir erdemliliktir. Hoşgörünün özünde ayrım yapmadan herkese karşı kendi kalıplarımızdan uzaklaşıp, empati kurarak ölçülü davranmak ve müsamaha göstermek vardır. Çünkü gereken yerde bilinçli şekilde ölçülü ve hoşgörülü davranmak insanların arasındaki bağları güçlendirdiği gibi saygı ve sevgiyi arttırır. Mutlu olmayı ve kendimize karşı saygı duyulmasını istiyorsak, en başta başkalarına saygılı ve hoşgörülü olmamız gerekir.

Hoşgörü bir insanın kendinden farklı düşünceleri, farklı inançları, farklı bir yaşam tarzı olan, farklı değerler sistemi olan insanlara sevecen bir tahammül göstermesi demektir. Hoşgörü vurdumduymazlık, görmezden gelme değildir, anlayıştır.

Hoşgörüde temel ilke, karşımızdakini istediğimiz gibi olmaya zorlamak değil, ona kendi istediği gibi olma fırsatı vermektir.

Hz. Mevlana: “Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak.” Diyor ve ekliyor. “Bakın! Toplumsal bunalımların, kavga ve dövüş ortamının tek ve en güçlü doğuş sebebi sevgi eksikliğidir. Bunun en doğru tedavi yolu ise sevgiyi aramak, yaşamak, uygulamaktır. Hoşgörülü olursanız seversiniz. Sevilirsiniz. Karar verirseniz ve de bu yolda çalışırsanız her şeye ulaşırsınız !”

Yazımızı hoşgörü ustalarının öğüdü ile bitirelim: “Yıktığın varsa yapacaksın. Ağlattığın varsa güldüreceksin. Döktüğün varsa dolduracaksın. Çıplakları giydirecek, açları doyuracak. Azı çok edeceksin.

Sevgiyle kalın.

Seyfettin Karamızrak

Devamını Oku

“Bana bir bayram verin. İçerisinde babam olsun…”

“Bana bir bayram verin. İçerisinde babam olsun…”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

BABA OLMA SANATI

 

“Bana bir bayram verin. İçerisinde babam olsun…”

 

Hiç kimse iyi baba olarak doğmaz. İyi baba olmak; sabır, sevgi, özveri, hoşgörü, değer verme, empati yapma ve bilgi işidir. Çocukların yetiştirilmesinde babaya daha fazla iş düşmektedir.

Babalarından ilgi ve sevgi gören çocukların daha sosyal oldukları, arkadaşlarıyla sağlıklı ilişkiler kurabildikleri, kendilerine daha çok güvendikleri, yaşamın zorlukları ile baş edebildikleri, liderlik özellikleri taşıdıkları, uyumlu ve mutlu oldukları bilinmektedir.

Çocuğun anne babadan aldığı iki şey vardır: Sevgi ve eğitim. Sevgi, insanlar var olduğundan beri onları kuşatan ve bir arada tutan en önemli ilaçtır. Hiçbir şey sevginin yerini dolduramaz. Bir çocuk için hava ve su kadar doğal bir ihtiyaçtır sevgi.

Sevgi, sevgi üretir. Aile yaşamında, okulunda, çevresinde sevgi gören çocuklar sosyal yaşamlarında da sevgiye önem verirler. Sevgiden yoksun kalmak, çocuğun kendine olan güvenini zedeler. Sosyal uyumunu, kişilerarası ilişkilerini bozar ve yaşamla barışık olmasını engeller.

Çocuğa, onu sevdiğimizi açık bir şekilde söylemeliyiz. Bunu duymak her çocuğu mutlu eder, sevindirir ve kendine olan güvenini artırır. Sabah kalktığında birbirine “gülümseyen” bakışlarıyla, davranışlarıyla, sözleriyle birbirine sevgilerini ifade edebilen anne baba arasında, çocuk kendini huzur ve güven ortamında bulacaktır.

Baba, eşi ve çocukları için güven kaynağıdır. Çocuklar babayı daha güçlü, daha çok bilen, daha çok saygı uyandıran kişi olarak bilirler.  Çocuklara ayrılacak bir yarım saat, kısa bir gezinti, yemekte söyleşmek, çocuklar için önem taşır.

Babalar dinlenmeyi, çocuklarıyla birlikte de yapabilirler. Okunmamış bir gazete çocukların yatışından sonraya da bırakılabilir. Hafta sonu birlikte bir gezinti, evde onarım işlerinin birlikte yapılması, çocuklara susadıkları baba yakınlığını sağlayabilir.

Çocuğun, babasının toplumsal konularda, politikada, dünyada olup bitenler konusunda ne düşündüğünü bilmesi hakkıdır. Bunlar ise rahat bir söyleşi ortamında sağlanır. Bu fırsatlar, çocukların çevreden edindikleri yanlış izlenimleri düzeltmeye yarar. Çocuğu daha kapsamlı düşünmeye, kendi kanılarını oluşturmaya götürür.

Çocuk, kitapların yazmadığı, öğretmenlerinin öğretmediği pek çok yaşam bilgisini babasından öğrenir. Ergenlik çağına gelmiş genç, baba istese de, vakti olsa da, yaşam bilgisini dışarda aramaya yönelecektir. O zaman da baba çok geç kalmış olacaktır.

Her gün çocuğunuza ilgi ve yakınlık göstermeniz çocuğun sevildiğini bilmesinin ve hissetmesinin en iyi yoludur. Sevilmediğini hisseden çocukların içi buruk ve eziktir. Bu durum hayata küstürür. Okullarında başarısız olurlar. Büyüdüklerinde bir işe teşebbüs cesareti bulamazlar.

Babalar! çocuğunuz için önemlisiniz. Çocuklarımızı seversek onlarda bizi sever. Sevilen çocuk sevmeyi öğrenmiş olur. Çocuğun görünüşü, becerileri, başarıları sevgi konusu olma­malıdır. Çocuk koşulsuz sevgi ister. Baba sevgisiyle büyüyen, yetiştirilen, eğitilen çocukların bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal ve ahlaki gelişimleri olumlu etkilenir.

Çocuklar arasında karşılaştırma yapmak yanlış ve zararlıdır. “Daha düzenli çalış, sen de başarılı olabilirsin, istersen bir dene!” demek yüreklen­dirici bir tutumdur.

Buna karşılık, “Utan! Şu notlarına bak ap­tal! Abinden örnek alsana!” sözü ağabeye karşı hınç besleten ve kendine güvenini sarsan bir yaklaşımdır. “Bunu küçük kardeşin bile bilir! Sen beceremiyorsun, götür de o yapsın!” gibi sözler çocuğu kırdığı gibi, kardeşleri de birbirinden soğutur.

Sevgi aşırı kullanıldığı zaman, çocukta gölge bir ki­şilik ortaya çıkar. Kendi başına problem çözme, zorluk­ları yenme, sorumlulukları yerine getirme gibi yetenekler gelişmez. Bu çocuklara, okulda çevrede, “anasının kuzusu”, “mu­hallebi çocuğu”, “koca bebek” gibi adlar takılmasına sebep olur.

Aşırı koruma, aşırı hoşgörü ve düşkünlük, çocuklara bo­yun eğme ve çocuklar arasında ayırım yapma, çocuğun ilerdeki hayatında bağımlılık, bencil­lik, hükmetme ve saygısızlık, saldırganlık gibi olumsuzlukla­ra yol açar.

Doğadaki çiçekler kadar çeşitli renklerdeki bu çocukla­rımızı biz yetiştiriyoruz. Hepsi bizim çocuklarımız, hepsinin sevgiye gereksinimi var, hepsi sevilmeyi hak ediyor. Hak etmedikleri tek şey; duygusal, fiziksel ve zihinsel emniyetlerinin sağlanmamasıdır.

Çocuklar çok hızlı büyürler, şimdi kaçırdığınız fırsatlar ve birlikte yapmadıklarınız, şimdi ve ilerleyen zamanda çok şeyi de beraberinde götürecektir.

“İşten eve yorgun gelmiş ve kısacık bir sohbetten sonra televizyonun karşısında uyuklayan” baba tipi günümüz çocuklarının ihtiyaçlarını karşıla­maktan, onları mutlu etmekten çok uzaktır.

Her çocuğun rehberliğe, disipline ve sınıra ihtiyacı vardır. Ancak cezalara değil. Çocuklara kesinlikle maddi ve manevi ceza verilmemelidir. Olumlu, istenilen davranışlarını manevi ödüllerle (sarılmak, aferin demek gibi) pekiştirin. Gönülleri sevgi merkezli eğitime hazırlamanın vaktidir.

Çocuğa yapılan bas­kı, dayak, korkutma gibi cezalandırıcı önlemler, sevgi ve güven ortamını zayıflatır veya yok edebilir.  Çocukların başarısında cezalar değil sevgi ve takdir daha etkili olmaktadır. Bu nedenle, baba en değerli ödülün, “Çocuğa, sevgi ve ilgi göstermek, güzel sözlerle övmek, takdir ve tebrik etmek” olduğunu bilmelidir.

Ödül rüşvet haline gelirse, çok sık ve gereğinden fazla verilerek çocuğu şımartırsa fayda yerine zarar getirebilir. Güzel bir söz, bir öpücük, çocuğu övme gibi ödüller sık­lıkla uygulanmalı, maddi değeri olan ödüllere çok sık başvu­rulmamalıdır. Dövmek hiçbir biçimde bir cezalandırma yöntemi değil­dir. Şiddet çaresizliğin dışa vurumudur. Çaresiz kalan, çocuğu doğru yolla eğitemeyen babanın çaresizliğidir.

Kimi babalar, dayak atmazlar ama, çocuklarını sözleriyle döverler. “Sen adam olmazsın. “Sen delisin oğlum, ben seni uslandırama­dım!”, “Sen aptalın birisin senden başka şey beklenmez ki!” söz­leri kullanmak çok sakıncalıdır. Çocuğun anne babayı zorba olarak görmesine ve kendisinin de çocuğunu dövmesine yol açar.

Günümüzde televizyon, sosyal medya ve telefonlar, bizim gibi çocukların da hayatını ele geçirmiştir. Bu denge iyi kurulmalıdır. Çocuğa doğruyu yanlışı göstermek, yapabileceklerinin en iyisini yapmaları için cesaretlendirmek ve iyi seçimler yapmayı öğretmek babaların görevidir.

Çocuklarınızla iyi örnek olun, birlikte kitap okuyun. Onlara okumayı sevmeyi aşılamak kişisel ve kariyer gelişimlerinde ömür boyu katkı sağlayacaktır.

Çocuklarımız, sahip olduğumuz eşyalar değildir. Görevimiz, onlarla beraber büyümek, arkadaş olmak, sevmek, kabul etmek, anlamak, desteklemek, beraber oynamak, yol göstermek, geliştirmek, kolaylaştırmak, kalıcı olumlu izler bırakmak, onları kazanmak, olabildiğince ön yargısız olmaktır.

Anne babalar, ama özellikle de babalar, önce­liklerini çok iyi ayarlamalıdırlar. Bütün babaların bir manevi dikiz aynası olmalıdır. Bu dikiz aynasıyla, arkayı sürekli gözlemelidirler. Arka, evdir, çoluk çocuktur, eştir. Ne kadar hızlı, ne kadar meşgul, ne kadar dolu olursanız olunuz, bir gözünüz, bir kulağınız hep ailede olmalıdır.

Önceliği ev olmalı, oraya ayırdığınız za­manı hiç kimseye vermemelisiniz. Zira çocuklarınızın, sizin pa­ranızdan çok yüreğinize ihtiyaçları vardır.

 

Sevgiyle kalın…

Seyfettin Karamızrak

 

Devamını Oku

Emeklilerin dramı!

Emeklilerin dramı!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yerel Seçimlerden önce; bazı iktidar yetkilileri, emeklilere seslenerek; “Sayın Cumhurbaşkanımızı dikkatlice dinleyin” diyerek her seferinde emeklileri beklentilerinin üzerinde umutlandırdı.

Müjde bekleyen emekli, her mitingde hayal kırıklığına uğradı. Çünkü durumunu iyileştirecek müjdeyi bir türlü duyamadı. Sonunda da hükümete kırıldı ve küstü. Oysa “müjde” diye duyurulan iyileştirmeler, zaten emeklinin sahip olduğu imkânlardı. Artı bir katkısı yoktu.

Önce 3 bin lira bayram ikramiyesi, sonra ‘promosyon’ hamlesi duyuruldu. Ancak emeklinin seyyanen zam beklentisi karşılık bulmadı. Bu açıklama, emeklilerce beklenilen zam müjdesinden oldukça uzak kaldı.

Emekliye ‘promosyon tesellisi’ verilerek, emekli maaşlarına seyyanen zam yapma kapısı kapatılmıştı. Üstelik muhalefetin, “emekli maaşlarına 10 bin lira, 7 bin lira seyyanen ekleyelim” teklifi, “emeklileri tahrik etme” unsuru olarak değerlendirilmişti.

Tüm Emekliler Sendikası Genel Başkanı Zeynel Abidin; “Bu açıklamayı müjde olarak değerlendirmek mümkün değil” diyerek, bankaların halihazırda emeklilere promosyon verdiğine işaret etti.

Siyasilerin “emekliye zam için kaynak yok” açıklamalarına karşın DİSK-AR, yeterince kaynağın olduğunu, rapor yayınlayarak paylaştı.

Avrupa’da ve Türkiye’deki emeklilerin durumunu karşılaştıran raporda, Türkiye’de ortalama emekli aylığı merkez Avrupa ülkelerinin altıda biri seviyesinde. Türkiye’de ortalama emekli aylığı merkez Avrupa ülkelerinin sadece 6’da biri.

2021 yılına bakıldığında ortalama emekli aylığı İspanya’da 1417, Fransa’da 1485, Almanya’da 1552, İtalya’da 1582, Belçika’da 1717, Hollanda’da 2003 Euro iken, Türkiye’de 237 Euro. Euro cinsinden emekli aylığı Türkiye’de 2012 ve 2021 arasında yüzde 33,6 azaldı.

Avrupa’da, Türkiye’den daha düşük aylığa sahip ülke sayısı, 2012’de 9 iken, 2021’de 1’e tekabül etti. Avrupa’da 2012’de Türkiye’den daha düşük yaşlılık aylığına sahip 11 ülke varken, 2021’de yalnızca 2 ülke kaldı.

2012’de 447 Euro olan Türkiye’de ortalama yaşlılık aylığı, 2021’de yüzde 37,2 gerileyerek 281 Euro’ya düştü. Emekli aylıklarına Türkiye’de Avrupa’nın yarısından daha az kaynak ayrıldı. Emekli ödemelerinin GSYH’ye oranı AB-27 ortalamasında yüzde 9,5 iken Türkiye’de yüzde 4,1 oldu. İşte bizdeki emeklilerin durumu bu.

Şimdi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Vedat Işıkhan, “Emekliler Yılı” olarak ilan edilen 2024’te, milyonlarca emekliye verilecek desteklerle ilgili açıklamalarda bulunuyor. Yapılan anlaşmalar çerçevesinde emeklilere market, eczane ve fatura ödemelerinde indirim, KYK yurtlarında bedava konaklama gibi imkânlar sunulacağını aktarıyor.

Bu açıklamalar, emekliler tarafından fazla sevindirici bir haber olarak karşılanmadı. Çünkü hala atılmış somut bir adım yok. Emekliler perişan ve zor durumda, moralleri ve aile düzenleri oldukça bozuk.

Bu piyasa şartlarında cılız ve sönük tedbirlerle emeklilerin hayatının iyileştirilmesi mümkün değildir. Artık emekli tatile çıkamamakta, dışarıda yemek yiyememektedir.

Hatta mahalle kahvelerinin dışında, örneğin bir sahilde, kafede çay veya kahve içememektedir. En ucuz kahvaltı menüsü 300 TL civarında, bir çay 25 TL civarındadır. Bu kurban bayramında, emekli için kurban hissesine katılmak artık hayal olmuştur. Çünkü hisse bedeli, 15 binle 25 bin TL arasındadır.

Oturduğum sitenin önünde bir halk ekmek bayisi var. Emekliler buradan ucuz ekmek alabilmek için, saatlerce kuyruklarda beklemektedirler. Emeklilerin yıllardır kendi aralarında düzenledikleri mütevazı yemek ve çay sohbeti buluşmaları, pahalılık yüzünden bitmiştir.

Emeklinin nezih bir lokantaya, kafeye gitmesi, eşine dostuna bir şeyler ısmarlaması hayal olmuştur. Eskiden huzur evlerinde kimsesizler, geliri olmayanlar barınmaktaydı. Şimdilerde, geçim darlığından dolayı, huzur evlerindeki emekli sayısı günden güne artmaktadır.

Emeklinin gururu, onuru günden güne rencide olmaktadır. Saygınlığı tükenen emekli, acınır duruma gelmiştir. Çünkü pahalılık yüzünden ya evinden bir yere çıkmamakta, ya da uygun olmayan mekânlarda ucuza bir şeyler yiyip içmek zorunda kalmaktadır. Bu yüzden günden güne asosyal ortamlara sürüklenmektedir.

Çarşıda pazarda gezenlerin, giyim kuşamlarından, emekli olduklarını hemen anlarsınız. Çünkü üzerlerinde, birkaç yıl önce aldıkları modası geçmiş, solmuş aksesuarlar vardır. Şimdilerde emeklinin; kaliteli, yeni bir elbise, ceket, gömlek, hatta atlet alması imkânsız hale gelmiştir.

Mesleğimi çok sevdiğim, yıllarca para pul demeden özveriyle çalıştığım halde, okumak için ömrümün yarısını harcadığım yıllarıma, ilk kez bu yıl pişman oldum. “Keşke bu kadar yıl okuyacağıma, ikinci bir evim olsaydı. Kirası emekli maaşımdan daha fazla olurdu” dedim.

İşin ilginç tarafı, bu yılın EMEKLİLER YILI ilan edilmesidir. Emekliler yılına yakışacak iyileştirmelerin, ivedi şekilde hayata geçirilmesi elzemdir. Çünkü emekli can çekişmektedir.

Artık yapılamayacak vaatlerle, ya da somut iyileştirme getirmeyen duyurularla, emekliler daha fazla hayal kırıklığına uğratılmamalıdır. Ne yapılacaksa, bir an önce bu iyileştirmeler hayata geçirilmelidir. Çünkü emekli can çekişmektedir.

Sevgiyle kalın.

Seyfettin Karamızrak

Devamını Oku

Seyfettin Karamızrak yazdı; Annelerimiz….

Seyfettin Karamızrak yazdı; Annelerimiz….
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir.”

Her kadın anne adayı olarak dünyaya gelir. Sosyal çevre, eğitim ve kalıtım bu kavramı estetikleştirerek, “nadide ve eşsiz”  hale getirir. Daha bir doyumsuz olur anne duygusu.

Anne olabilmenin “olmazsa olmazları” vardır. Bu duygu ve davranışlar sadece onlara özgüdür: “Merhamet, paylaşma, yaşama sevinci, olumlu davranışları kazandırma azmi ve isteği,   sınırsız ve koşulsuz sevgi, koruma kollama duygusu, şefkat, sahiplenme, inanılmaz bir bağlılık ve özveri, empati, değer verme, samimiyet, halden anlama, yardımlaşma, özenme, gıpta etme, gurur duyma, özlem, sorun çözme, rehabilite etme becerisi, vb.”

Aklımıza gelebilen en anlamlı ve değerli vasıfları sıralasak da, “anne” sözcüğünün içerdiği ve taşıdığı önemi  anlatmamız yetersizdir.

Çünkü bir anne, bunlardan çok daha fazla güzelliklere, bulunmaz eşsiz hazinelere maliktir. Annelik bunlardan da öte, erişilmesi, anlaşılması ve anlatılması çok zor, fakat en zevkli, nadide bir sanattır.

Anne, yüreğinde biriktirdiği bu güzelim hasletleri yaşatabilmek için, yaşamın kendisine ördüğü engelleri de aşmak zorundadır. Özellikle de ülkemizde kalıplaşmış yöresel kurallar, annenin işini ve yaşamını  daha da güçleştirmektedir.

Evi çekip çevirme, geçim sıkıntısı, eşiyle uyumlu ve sağlıklı bir yuva kurabilmenin mücadelesi, çocuklarını koruyup kollama rolünün ağırlığı, hayata hazırlama telaşı, kaynana, görümce çekişmeleri, komşuluk ilişkileri vb. sorunlar da annenin yüreğindeki onulmaz yaralardır.

Hani derle ya “yuvayı düşü kuş yapar”.  Anneler için bu söylem de az gelir. Aslında bir erkeği saygılı, itibarlı, ayaklarının üzerinde durabilen ve işinde başarılı kılan annedir.

Çoğu anne, eşinin Pazar harçlığı diye zoraki verdiği cüzi paradan gıdım gıdım biriktirerek, eşinin zor anında, paraya zorlandığında getirerek eline sıkıştırır.

Bir erkek başarısını kendinde sanarak sakın övünmesin. Bu başarının mimarı inanın ki hanımıdır.

Çoğu zaman babaların yapması gereken işler de anneye havale edilmektedir. Çocukların eğitimi, veli toplantıları, oyun oynamaları, ödevlerine, proje hazırlamalarına yardım, gözlem, kitap okuma vb. bunlara örnek verilebilir.

Babadan yeterince yardım alamayan anneler ise yalnız ve çaresizidir bu sorunlarla baş etmede. Yine de O, çocuğunu itinayla besler, üstünü başını giyeceklerini, yiyeceklerini eşyalarını özenle seçer yıkar ütüler. Zaman ayırarak ninniler söyler, masallar anlatır, kitap okur. Çocuğunun odasını toplar, temizler, gezdirir, isteklerini karşılar. Okula hazırlar, öpücüklerle uğurlarken de harçlığından mutfağından kestiği bir miktar parayı evladının cebine koymadan edemez.

Sorunlarını dinler, moral verir, teselli eder. Üzüntülerine, acılarına, can sıkıntılarına, tebessümle, tatlı söylemlerle, okşamalarla merhem olur, mutlu olmasını sağlar.

Çocuğunun arkadaşlarına kapısını, yüreğini açar, misafirperverlik yapar, değer verir, ikramlarla, jestlerle evladının mutlu  olmasını, gurur duymasını sağlar. Kendisi ile arkadaşları ile çevresi ile barışık içinde yaşamasına katkıda bulunur.

Bazı babaların vurdumduymazlığı karşısında, çocuğunun baba özlemini ve sevgisini telafi etmeye çalışır. Babaların hatalarına kırılan biricik evlatları, yine anneler teselli eder. Babaya karşı menfi duygular beslemesine mani olucu, yapıcı nasihatlerde bulunur.

“Baban aslında seni çok seviyor, fakat işi ağır, zaman bulamıyor.” “Sen babanın aldırmazlığına bakma, seni çok seviyor fakat belli etmiyor. “Hadi yakışıksız söylem ve tavırlarından ötürü babandan özür dile. Bu günlerde işi yoğun biraz, o yüzden sinirli.” Baban seni elbette ki anlıyor, zamanı olunca seninle bolca ilgilenecektir.” Türden konuşmaların mimarı yine annedir.

Annelerin bu yapıcı birleştirici ve sevilen tavırları olmasa, çoğu evde baba-evlat kavgalarının ve kırgınlıklarının sonu gelmeyecektir.

Belli yaşlarda babaya açılmayan konular, yine anneye iletilir. Bir gruba katılma, bir istek, karşı cinsle kurulan arkadaşlıklar. Hatta evlilikler önce anneye açılır. Babanın hoşuna gitmeyen taraflar, anne tarafından yumuşatılarak ikna sebepleri hazırlanır ve babaya götürülür. Evlat haksız da olsa annesi yanındadır. Savunur, ortamı yumuşatır, tarafları ikna eder.

Gurbete düşen evlatların ilk aradığı annedir. Özlenen, aranan, yüreğe kederi, özlemi düşen annedir. Yemekleri, gülümsemesi, ilgi ve iltifatı, “ooh…” çektiren bal tatlısı söylemleri evladın can simididir. İster ki konuşmalar hiç bitmesin. Bilinen fakat duyulması mutlu eden anılar tekrar tekrar paylaşılır. Zihinlere depolanır, gözlerde sevinç taneciklerine, gönüllerde huzur çiçeklerine dönüşür.

Çocuklar her yaşta, annenin gözünde çocukturlar. Üstünün örtülmesi, üşütmemesi, ihmal etmemesi gerekenler bir çırpıda anne tarafından sıralanır. Kaç yaşında olması hiç önemli değildir evladın. Hala minicik, narin, bazen yaramaz, ihtimam isteyen korunması gereken bir çocuktur o.

Onun için annelerin dudaklarından sessizce süzülen yumuşacık ve tatlı duaların huzuru özlenir. Kendi açtığı üstünün, annesi tarafından ihtimamla, özenle, şefkatle örtülmesini ister. Azıcık üşütmüş olduğu halde, durumunu abartarak annenin telaşlanması hali özlenir. Gülümsemesi, okşaması, sarılması, ninnileri özlenir.

Kötü ve çirkin anne yoktur. Bütün anneler evlatların gözünde nadide çiçek, miskler kokan manolya, pırlantaların aciz kaldığı en değerli hazinedirler. Onlar biricik, vazgeçilemez, uzak kalınamaz, müstesna kahramanlar, her sıkıntı ve gamı bir tebessümle bertaraf eden en seçkin psikologlardır.

Sevgili, vefakâr, fedakâr, biricik annelerimiz. Sizler tarlada ırgat, evde bakıcı temizlikçi ve aşçı, ihtiyaçların temininde ve eve taşınmasında tedarikçi, evin geçiminde, ekonomist, ailenin mutluluğunda terapist, kavgaların, huzursuzlukların çıkmamasında barış güvercini, babanın, evlatların işlerinde danışman, çocukların büyütülmesinde öğretmen, sosyal hayatın düzenlenmesinde profesyonel organizasyoncu, komşuların akrabaların kaynaşmasında  arabulucusunuz… Onun için başların tacı, gönüllerin ilacısınız. Kısacası hayata ve mutluluğa açılan kapının altın anahtarısınız…

Bu söylemler abartılı laflardan öte, gerçekleri anlatmakta yetersiz bile… Sizlere minnettarız… Hakkınız ödenemez, değerinize paha biçilemez…

Bütün bunlara rağmen, bazılarımız  zaman zaman sizleri üzmekte, hırpalamakta, nazik bedeninizi ve kıymetli duygularınızı incitmekte…

Bu yakışıksız davranışlardan medeni bir erkek olarak nefret etmekte ve utanç duymaktayız… Böylelerinin yerine sizlerden binlerce kez özür diliyorum. Hak ettiğiniz değerin verilmesini, eşsiz kıymetinizin takdir edilmesini yürekten temenni ediyorum…

Biricik, vefakâr, merhamet timsali, sevgi okyanusu, yüreklerimizde açan nadide çiçeklerimiz. Hayatımızın anlamları, ömrümüzün huzuru, hanelerimizin direği, baş taçlarımız.

Her gününüz huzurlu, sağlıklı ve mutlu geçsin… İyi ki varsınız… Bizler ne yapardık sizler olmasaydınız…

Sevgiyle kalın…

Seyfettin Karamızrak

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

free temp mail