Farklı açılardan bakılabilecek, eleştiri dozu değişken olabilecek konuda yarı duygusal fakat empatik yaklaşım sergilemeyi doğru buluyorum.
Konu -kentin gündeminden farklı değil- Kocaelispor’un beklenmedik mağlubiyetini milyonlarla birlikte izlediğimiz Esenler Erokspor maçı ve oyundan ziyade Ertuğrul Hoca’nın açıklamaları…
16 haftadır ilk kez bu kadar güzel, keyifle izlemeye başladığımız maç bizi duygudan duyguya savurdu. ‘Şampiyon takım oyunu’ izlemenin hazzıyla ilk 13-14 dakika üçüncü bölgeye yıktığımız oyundan mutlaka gol çıkacağını umduk. Pozisyonlar bulduk, olmadı. Olmayabilir. Final vuruşlarımızda sıkıntı vardı. Kimilerimiz oyuncuların bölgesine bağladı, kimisi şansa, kimisi beceriksizliğe. Herkes başka yerden baktı ancak değişmeyen şuydu; o sürede oyun çok keyifliydi.
Elbette her takımın taraftarı, maçın rakip alanda baskılı oynanmasından mutluluk duyar, bunu arzu eder. Bu oyun sonuç getirmek zorunda da değil. Fakat burada tribünleri temelde mutlu eden şey; gol ya da goller değil,
Takımın varlığını, üstünlüğünü her adımda hissettirmesi, kazanma arzusunu ortaya koymasıdır. Maçın 75 dakikasında eksik olan bence buydu.
Dakikalar içinde lider takım oyunu ve egosu eridi.
Gol bulmayı umarken kalemizde golü gördük. Dondurucu soğuğa rağmen heyecandan üşümediğimiz anlar birden buz kesti. Herkes ‘Aşağıdaki takımlara karşı oynayamıyoruz’ demeye, endişe etmeye başladı. Eminim ki kulübe de, sahadaki oyuncular da başladığımız oyunun devamında yenilen bu golü hiç zihinlerinde prova etmedi. Elbette futbol bu ama oyunun da bir dili var.
Devre arasında Ertuğrul Hoca’nın yapacağı konuşmanın oyuncuları sirkeleyeceğini ve ikinci yarı oyuncu seçimleriyle skorun mutlaka değişeceğini düşündük. Lakin yanıldık. Her şey baş aşağı gitti. Sanki ikinci bölge diye bir alan bizim haritamızda yok oldu, gitti. Üstüne; ne adam eksiltme, ne dönen toplara sahip olma, ne eli ayağı düzgün şut gördük. Rakip alanda tehlikeli atak geliştiremedik, oyuna ortak dahi olamadık.
Mehmet Altıparmak’a katılmıyorum; oyunun başından sonuna kadar üstün oynamadılar. İlk 15 dakika ceza sahalarını aşamadılar. Ama sürenin 3’te 2’sini domine ettiler. Dersine çok iyi çalışarak gelen konuk ekip havaya girdi. Zaten ateş hattından kurtulmak için kazanmak zorunda oldukları bir maçtı, aradıkları kanı sahadaki kramponlarımız sağladı. Derken ikinci gol, peşine üç… Neyse ki ofsayt gerekçesiyle iptal edildi. Yine de maçı çevirebileceğimize dair umudumuzu koruduk, çıkış bekledik. Zira süre de vardı. Takımda ateşi yakan çıkmadı. Demoralize oldular. Fakat bunun nedenini taraftara bağlamayı doğru bulmuyorum. Oyuncular skora reaksiyon gösteremeyebilir de. Niçin burasını es geçelim?
***
Farkın açılması ortalığı yangın yerine çevirebilirdi. Şöyle ki; tribünlerin ‘Takım neden oynamıyor?’ sorusu çok yerindeydi. Fazlasını, taşkınlıklarını da görmedik. Ertuğrul Hoca, ‘Kimse burada Premier Lig maçı veya üst düzey futbol beklemesin’ dedi ama ilk 15 dakikadaki oyunu başka bir maçtan alıntılamadık. Demek ki bu takım oynanabiliyor, arzu ettiğinde rakibini boğabiliyormuş. Bunun süresini uzatmak ya da sürekliliğini sağlamak üzerine konuşmak, değerli olurdu. Beklentinin düşük tutulmasını sağlamak taraftarın tepkisini dizginlemede çözüm değil. Hiç de olmadı.
Takım tüm gücünü yansıtıp maç kaybettiğinde; taraftar ‘Yenildik ama ezilmedik. İyi oynadık ama kaybettik’ diyebilme şansı bulduğunda işler böyle olmuyor. Taraftar maç kaybederken diğer camialara madara olmak istemiyor.
Ertuğrul Sağlam, dediği gibi geçen yıl takımdan üst sıralardayken gönderildi. Taraftar kendisine maçlarda benzer sloganlar attı, ‘istifa’ çağrısında bulundu. Yollar ayrılırken de, öncesinde de bu kadar duygusal bir açıklamasına hiç tanık olmadık. Sağduyu daveti yaptı, sabır istedi. Ancak bu kadar keskin hiç olmadı. ‘Ne olacaksa olsun’ görüntüsü hiç vermedi. Camia onu hep sevdi ki yeniden takımın başına gelebildi. Geçen yıl olan biten, o zamanda kaldı.
Ertuğrul Hoca’nın açıklamaları, geçen yıl ki sürecin bu sene psikolojisi üzerinde baskı, negatif etki ettiğini düşündürdü.
***
Onun açısından bakalım;
Eldekilerle bu kadar. Kadro derinliği yok. İstenen tüm transferler yapılmadı. Sakatlanan, cezalı duruma düşen olduğunda işler arapsaçına dönüyor. Kendi içinde devşirme rollerle takım maça hazırlanıyor. Hayal kırıklığı yaşatan oyuncular var. Haliyle sorumluluğu da. Zaten ilk günden beri ödeme işleri de sıkıntılı. İçerde ayrı sıkıntı, dışarda başka.
Kentle takımı bütünleştirmek için de gerekeni yapıyor. Oyuncularını her organizasyona gönderiyor. Kendisi de gitmeye gayret ediyor. Eee… Daha ne olsun?
Takım inişli çıkışlı grafik çizmesine rağmen zirveden de kopmuyor. Kötü ya da umut vaat eden oyunla da sonuca gidebiliyor. Kaybetse de sonraki maça odaklanabiliyor. Maç kaybedilse bile takımın yeri iyi. 16 haftada yüzde 62,5 galibiyet oranıyla yolunda gidiyor. Takım tiki taka da yapmayıversin, şiir gibi oynamasa da olur. Neticeye bakalım.
Niye bu kadar tepki veriliyor ki! Bu memnuniyetsizlik hiç bitmeyecek mi!
***
Ertuğrul Hoca’nın tepkisini ‘duygusal’ olarak yorumlamakla birlikte, taraftarı fazla tepki verme konusunda eleştirirken aynı fazlalıkla karşılık verdiğini düşünüyorum. Taraftara tepkisi üzerinden, içinde kalan, zihninde muhakeme ettiği geçmiş konuları da eşeleyip toprağın üstüne çıkardı. Bu da söze dökülmemeliydi. Toparlayıcı kimliğine alıştık, aksini yadırgadık. Belli ki bunalmış. Sorumluluğu, gerekenden fazla sırtlamış.
Şüphesiz ki kulübe arkasından kendisine atılan lafları, edilen küfürleri tasvip etmek olası değil. Ancak bunların münferit olduğunu, birkaç kişinin hiç hoş olmayan tepkisini tüm stada mal etmemesi gerektiğini söylemeye de gerek yok. Ki bu konuda kulüp başkanıyla ters düştüğünü de ertesi günkü açıklamalarda gördük. Gerçi belli ki Recep Durul da camianın gazını almak istemiş …
Ezcümle; Ertuğrul Sağlam bu camianın sevdiği bir isim. İki üç maç güzel oyunla herkesin gönlünü fetheder. Ancak ateşleyici gücü olan taraftarını da, tepki verdiklerinde dış mihrak olarak görmemeli. Kutuplaşma getirecek söylemde bulunmamalı, karşı cephe açmamalı. Güven beklediği kadar da taraftarına güvenmeli.
Öte yandan onun da tepki gösterme, öfkelenme gibi insani konularda kredisi olması gerektiğine inanıyorum. Ağır yük altında. Makine değil ki. Basın toplantısında olmasa iyiydi ama herkesin böyle anları olabiliyor. Mutlaka telafi edecektir. Yeter ki istesin.
***
Taraftara da;
Beşiktaş’ın Adana Demir’e yenildiği maçı örnek göstermek istiyorum. Beşiktaş 2-0 mağlup olarak devre arası soyunma odasına gidecekken futbolcuların tribünlere gitmesi ve taraftarıyla karşılıklı olarak birbirine destek hareketleri ne kadar güzel ve motive ediciydi.
Futbolcular başını öne eğip kaçar adım soyunma odasına gitmek yerine deplasman tribününe gidip ikinci yarı ellerinden geleni yapacaklarını ifade etti. Yetti mi? Yetmedi. Yine de maçı kaybettiler. Ama tribünle kenetlendiler.
Taraftarsa üzerine düşeni yaptı; bağırmak, aşağılamak, küfredip futbolcuların modunu iyice düşürmek yerine, ayağa kaldırmayı denedi. Kötü günde de yanında olduklarının mesajını verdi. Taraftarın takımına olan sevgisine çok yakıştı.
Yani hep Ertuğrul Hoca’ya yüklenmekle olmaz.
Biraz da kendimize bakalım.
Yorumlar