Yönetimlerde çürük elmalar her zaman vardır. Kendilerini kulübün sahibi sanırlar; başkalarına üst perdeden konuşur ve itici davranırlar. Zaten içlerinin aynası dışlarındadır. Yürürken kendilerini belli ederler. Fazla muhatap olmak istemezsiniz. Onlar da gelir-gider. Bu da geçici sorundur.
Ekonomik krizler kulüplerin belini büker. Bu da kulüplerin kronik sorunudur. Çözmek de öyle kolay iş değildir. Ya devlet desteği, ya banka kredileri, ya silinecek borçlar veyahut alacağından vazgeçecek isimler olmalıdır. Az da olsa, doğru/profesyonel idarecilerin yönetimlere gelmesi ve şirketleşme kanalıyla tüm mali sorumlulukları almalarıyla çözülüyor. Olması gerekendir, örnektir ama çok azdır.
Biliyorum ağır ithamlar olacak ancak herkesin bildiği sır değildir; birileri kulüplerin içini boşaltıp küpünü doldururken, başka birileri illegal yollarla edindiği paraları aklarken işin emek tarafındakilerin sırtında yüktürler. Eziyeti onlar ve aileleri çeker. Bir de destek bulabileceğine inanarak kahraman olmak isteyenler var ki onların çabası takdire şayan olsa da taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğinin en güzel örnekleridir.
Tam da bu nedenlerle profesyonel liglerde olacak takımların; şirketleşmesi tamamlanmamış, tesisleri, antrenman sahaları ve statları yoksa lige katılamamaları gerektiğini savunuyorum. Yeterlilik kriterleri arasında bunlar mutlaka olmalı. Bu işe profesyonel yatırım yapmayan, gelen-giden paraların kıymetini bilemeyecek belli. Yatırım yapacak paran yoksa bu işlerle amatörce uğraşıp gençliğe faydalı olmaya devam edebilirler.
Yoksa;
Tepedekiler günün sonunda ya çeker giderler, ya satar giderler. Hal böyleyken finansal sıkıntılar en çok oyuncuları ve kulüp çalışanlarını etkiler. Zira onların nafakalarıdır. Oyuncular yüksek paralar kazandığı ve tanınırlığı fazla olduğu için kamuoyuna yansır fakat malzemecisi, çimcisi, masörü, mutfak personeli, şoförü, tasarımcısı ve diğerlerinin derdinden pek kimse haberdar olmaz.
Bu sorun camianın kökleşmiş sorunudur; zihniyet prim kasma, zengin olma, statü kazanma gibi beklentileri aşmadığı sürece aşılacak konu değil.
Tüm bunların yanında başka sorunlar da var elbette. Ancak değinmek istediğim maçlardaki ‘beleşçi’ problemi. Kaba tabiriyle yazmayı tercih ediyorum ki yaptıkları davranışın da aynı ayarda çirkin olduğunu anlasınlar.
Ahlatçı Çorum FK ligdeki rakiplerimizden, içimizde de sızı bırakan takımlardan. Kulüp başkanı Oğuzhan Yalçın çıktı, içinden geldiği gibi, sözünü esirgemeden protokol tribünündeki beleşçileri, kendi tabiriyle istismarcıları basın toplantısında dile getirdi.
“Bu kadar mı düştünüz? Utanın. Asgari ücretli Maraton’dan bilet alıyor. Siz bedava girmeye çalışıyorsunuz” dedi. Yetmedi, “Bir siyasi parti il başkanı geliyor, arkasına 15 kişi takılmış. Siyasetçi olunca ne oluyor? Bir daha almayacağım. Listeleri de maçlardan sonra sosyal medyada yayınlayacağım” diye ekledi. Tam olarak da sorun buydu.
Siteminin her satırına, her kelimesine imzamı atacak kadar yakındığımız bir konu. Fakat sayın Yalçın’a ekleme yapmadan geçemeyeceğim. Çünkü ifadelerinde eksik yerler var. Detaylandıralım ve tamamlayalım;
Problemin kaynağı;
1-Protokolde olma hakkı bulunan, hangi makam ve pozisyonlarda oldukları da isimlere bakılmaksızın belirlenmiş kişilerin ‘Bir şey olmaz, gel’ diyerek arkalarında gezdirdikleri kişilere güç gösterisi yapma hevesleri. Onların bu gevşekliği işleri arapsaçına döndüren. Tabii ki hepsi böyle değil. Örneğin; x milletvekili maça geliyor. Yanında yığınla insan. Onun şoförü mü, koruması mı, danışmanı mı, fotoğrafçısı mı ya da yanında çalıştırdığı başkaları mı gerçekten sorun olan! Protokole girebilecek kişi bir milletvekiliyken dıdısı, dıdısı, dıdısı oldu mu size 10-15 kişi. Her bir protokol üyesini böyle hesaplamaya kalkarsanız protokol tribünü de yetmez, bitişik tribünler de. Sonra basın mensuplarının çalışma alanına da dalarsınız fütursuzca, saygısızca, ukalalık yaparak, hakkınız varmışçasına…
2-Protokol üyelerinin bir kısmındaki bu gösteriş ve gücünü gösterme iştahının yanı sıra protokolde ve maç organizasyonda protokol tribününü düzenlemekle mükellef olan il müdürlüğü görevlileri ve onlarla ilişkileri olanların bedavacılığı.
Müdürlük görevlileri derken kimse eksik anlamasın en tepesindekinden en aşağıdakine ayırmaksızın tüm sorumlu ve görevlileri kastediyorum. Kuralları kendi başınıza esnetebileceğinizi düşünürseniz o tribün haksızlıkla dolar. Karşı açıdan; kuralları tanıdıklarınızla ezeceğinizi bilir ve o yönde hareket ederseniz o tribüne hakkınız olmadan girer, bu sözleri yemeyi hak edersiniz.
3-Talimat bilmez veya talimat tanımaz kulüp yöneticileri. Bence sıralamada en üst sırada olmalı. Herkesten önce TFF’nin talimatlarla sınırlarını belirlediği alanlarda ne yapıp yapamayacaklarını en iyi bilmesi gereken, başkalarını bu kurallara uymaya davet edecek kişiler. Bu kişiler göreve seçildiklerinde talimatları bilmiyor olabilirler, normal. Fakat yönetici olup o maç organizasyonuna dahil olduklarında, stada yönetici olarak gelmeye kalktıklarında hepsini ezbere biliyor olmaları gerek. Çünkü statlarda kanun, TFF talimatlarıdır.
Buna rağmen bizim yöneticilerimiz kuralları tanımaz, talimatları sallamaz, kapılarda akrabalarını, tanıdıklarını maça sokabilmek veya yasaklı alanlara geçebilmek için güvenlik görevlileriyle kavga etmekten çekinmez. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diye de tehdit etmeyi ihmal etmez.
Bunu yaptığı kişiler de genelde o gün orada 3 kuruş aile ekonomisine katkı sunmak için çalışmak zorunda kalan, emeğinin karşılığını da kulüpten alacak olan ancak talimatları o yöneticiden çok daha iyi bilen güvenlik görevlileridir. Yöneticilerin o emekçilere gücü yeter! Arar güvenlik amirini şikayet de ederler. Bundan da hiç utanmaz, gocunmazlar. Geçici yönetici olmakla patron olmanın farkını muhakeme edemezler.
4-Kural tanımaz yöneticilerden ve kent idarecilerinden bıkmış görevliler. Tribünlerdeki bu kaosun bir diğer nedeni de bu emekçilerdir. Geçmiş maçlarda o kadar sorun ve baskı yaşamışlardır ki artık ‘lanet olsun’ deyip kapıları açık bırakır, görmezden gelir. Gücünün yetmeyeceğini, talimat uygulayıcılarının kendilerini korumayacağını bildiği için boşvermişlik gösterir. ‘Banane ya’ ne olacaksa olsun’ der.
5-Protokolle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve sürekli maçlara gittiği için kendisinde her yere girebilme hakkını gören mahalleliler. Böyle ifade ettiğim için kimse kusura bakmasın lakin bunu yaptıklarına şahit olduğum birçok isim var. Tanır, sayarım fakat yaptıkları yanlışı değiştirmez.
6-Bir de protokolde ne idiğü belirsiz tipler var. Onları kime sorsanız tanıyanı çıkmaz. Oraya nasıl gelmişlerdir, oraya kadar ki kapıları nasıl geçmişlerdir bilinmez. Kimisi ‘Görevliyim’ deyip bir şekilde içeri dalmıştır, kimisi farklı tribünlerden coşup gelmiştir. Onlar da gelir protokol tribününün bir yerinde maçını izler, küfrünü eder, devre arasında protokol için hazırlanan odada içeceğini ve kuru pastasını yer, bir yerlerde sigarasını içer, kalan maçı da izler. Çeker gider.
7-Son olarak basın mensuplarını eklemek istiyorum. Yani çuvaldızı da batırmadan olmaz. Maç organizasyonu sadece sahadaki oyunla ya da tribünle kavga çıkmasıyla sınırlı değildir. Gün 10.30’da eşgüdüm toplantısıyla başlar ve en son oyun bittikten sonra ambulansların alandan ayrılmalarıyla organizasyon son bulur. O süre zarfında talimatlarda maddesi olan tüm durumlar haber için çalışma konusudur. Her şeyi görüp yazabilmelidir. Fakat kentimizde ne yazık ki detayların izlendiğine çok nadiren tanık oluyoruz. Bunun yanı sıra daha büyük sorundur ki; çoğu basın mensubu meslektaşımız da talimatları bilmez, haklarına sahip çıkmaz. Böyle olunca protokol tribününe sığamadıkları için basın mensuplarının çalışma alanını işgal eden aynı bedavacılara, gösterişçi zihniyete gün doğar.
Kışın dondurucu soğukta saatlerce çalışıp beş dakika ellerini ısıtmak için içeceği bir bardak çayı bile bu kişiler yüzünden bulamaz. Devre arası maçın kritiğini meslektaşlarıyla yapacaktır fakat protokol taşkınları nedeniyle rahat konuşabileceği alan bulamaz.
Protokol tribünü yerleşimi talimatlara göre yapılamadığı için konuk takım yöneticileri ve yakınları basın tribünün ön bölümüne, hatta olması gereken sayılarından çok daha fazlasında yerleştirildiği için, maç esnasında çalışırken oluşan tepkilerden dolayı basın mensuplarının başına su yağabilir, yangın söndürme köpüğü cihazlarını mahvedebilir, tribünde çıkan kavgaların ortasında kalıp iş kaybı ve fiziki sorun yaşayabilir. Herkesin eğlenmek için geldiği yerde kamu adına görev yapan gazeteciler çalışma alanlarında tehdit altında kalabilir. Fakat bu sorunları iletince de görevlilerce suçlu, sevilmeyen ilan edilebilir. Olsun, sonuna kadar söylemeye ve yazmaya devam edeceğiz.
Ta ki;
Yeni vali bey gibi çözüm odaklı yöneticiler bu kentte işlerin başına geçene veya işlerin başındakiler sorumluluk alana kadar.
***
Görevini; ilkelere uygun, onurlu ve hassasiyetle yapan tüm basın mensubu meslektaşlarımızın 16 Ocak Basın Onur Günü’nü tebrik ederiz.
Yorumlar